14 Aralık 2013 Cumartesi

21.11.2013


Çetin: Şimdi bu adam yazar ya, bizse onun gibi bir oyuncu arıyoruz ya; nesinden hareket edebiliriz senin düşündüğün bir şey var mı?

Tansu: Şu an bir şey söyleyemem ama konuştukça şekillenecektir herhalde.

Çetin :Söyleyeceğim şey belki çok mühim değil ama... Burada iki tane yazar var ama Trigorin’in oyun yazdığına dair hiç bir bilgi yok. Çehov ömrü boyunca öykü yazarı olduğunu söylüyor ve sözüne değer verdiği insanlar özellikle de Tolstoy öyle söylüyor. Doğa betimlemesi meselesinden dolayı benzeşiyorlar. Ömrünün son yıllarında olduğunu anlayınca daha önce çalıştığı yayın eviyle ilişkisini politik nedenlerle de kestikten sonra birisi onun telif haklarına talip oluyor ve o da bunu kabul edip yüklü bir parayla ev satın alıyor ama tuhaf bir şekilde oyunların telif hakkını vermemenin pazarlığını yapıyor. Oyunların telif haklarını mirasçılarına bırakacağını söylüyor. Tiyatroyla olan ilişkisini mektuplarında bile çok geçiriyor. Şu anda bir çıkarsama yapıyorum ama gözünün iyi oyun yazmakta olduğunu anlıyoruz. Martı’nın ilk başarısız temsilinden sonra çok büyük düş kırıklığına uğramış olsa da aynı ekiple tekrar oynandığında büyük başarı kazanır. Tiyatro dünyasında bununla ilgili ilk oyuna provakasyon maksadıyla tiyatro dünyasından insanların geldiği ve o yüzden beğenilmediği konuşulmaya başlar. Bu söylentiye sonradan kendisi de inanıyor sanıyorum. Tiyatro konusunda ümitlenmesinde Stanislavski'yle birlikte Moskova Sanat Tiyatrosu’nu kuran Dançenko’nun Çehov’a yazdığı mektubun da büyük etkisi var. Bir baş yapıt olduğunu düşünüyor Dançenko Martı’nın. Stanislavski sahneye gerçeklik etkisi yaratmak için kuş sesleri ve çıtırtılar koymak istediğinde bunun biraz aşırı olabileceğini de düşünmüştür. Oyunculuğa çok önem verir. İlk başarısızlığın sebebinin yanlış oyunculuk olduğunu düşünmüş hatta bazı oyuncuların değiştirilmesi gerektiğini düşünür. Tolstoy net olarak bu oyunun çok kötü olduğunu söyler. Maksatsız bulur. Ama giderek Çehov netleşir bu netliğin sebebi de Tolstoyla olan durumudur. Tolstoy'a çok saygı duymasına rağmen onun iyi insan temelli ve hümanizm kaynaklı düşünce biçimi çok fazla açık ettiğini çok vurguladığını düşünür. Tolstoy’un hastalık döneminde yazdığı eserlerinde bunu ayrıca görür. Hastalık dönemlerinde iki yazar eserleri üzerine yoğun bir biçimde konuşurlar. Konuştukları şey şu: gerçeklikle doğrudan yüz yüze gelme durumunun aktarılışı. Hikayelerinde de tiyatro oyunlarında yapmaya çalıştığı şeyi yapmaya çalışıyor. Kendisi bir şey söylemeden orada yaptığı betimlemelerle insanların sözlerini ve ilişkilerini bir arada düşündüklerinde yapacakları çıkarsamayla elde edilmeli. Aslında doğalında bir okur dramaturjisi kuruluyor. Ayrıca bir de sansür kurulu var. Martı’nın büyük bir kısmının kesilmesinden çok korkuyor ama oyun çok kısa bir düzeltmeyle oynanıyor. Sansürün oyunların yazış biçimine olumlu faydaları olduğunu düşünüyorum.

Trigorin’in net bir şikayeti var. Kendini yazar olarak çok sıkışmış hissediyor. Hekesin ona toplum adına ve insanlık adına neler söylediğini merak ettiğini söylüyor. Ve mecburen bu konuda yazdığını söylüyor. Başta ben peyzaj ressamı değilim diyor fakat sonunda aslında sadece peyzaj’dan zevk aldığını söylüyor.
Tansu: Balık tutmayı seviyor bir defa . Oyun hakkında yorum yapmaktan bile çekiniyor. Ama sebebi bundan sıkılmış durumda olduğu için.

Çetin: Aslında söylediğini destekleyen bir sözü var. Herkes nasıl istiyorsa ve nasıl hissediyorsa öyle yazar diyor. Aslında kendi yaşadığı bir dertten dolayı Treplev'e sahip çıkıyor. Burada yazarlıkla ilgili bir dertten söz ediyor.

Bazı sorular geliyor aklıma, neden bu baskılardan apaçık rahatsız olmasına karşı boyun eğdi. Nedeninden ziyade nasılını merak ediyorum. Nedeni açık aslında bir yazar yayınlamak ister ve bu beklentilere cevap vermeye çalışır peki bu yola nasıl girdi?

Tansu: Boyun eğdiği yer neresi?

Çetin: İnsan hakları konusunda yazmak için baskı altında olduğunu söylüyor. Aslında bu konularda istemeden yazıyor. Sadece yazarken kendini yazıyor gibi hissettiğini söylüyor. Şimdi bunları birleştirince; insanların günlük hayatta ettikleri her sözü sonradan kullanmak üzere kaydettiğini anlıyorum ama bu kafaya nasıl girdiğini anlamıyorum.

Tansu: Belki de bu hep böyleydi. Hep anlattığı gibiydi. Sadece tasvirden hoşlanıyordu. İnsanlar arsında  geçen diyalogları yazmaktan hoşlanmıyordu ve bu yüzden hayattan örneklemeyi seçti.

Çetin: Peki bu eleştirilerden nasıl etkilendi de neden bunu yapmayı seçti?

Öner: Eleştirilerden kastınız nedir hocam?

Çetin: Örneğin Rusya’da olup bitenlerin eserlerinde yer alması gerektiğine yönelik bir baskı görüyor.

Öner: Kabul görme duygusuyla ilgili olduğunu düşünüyorum.

Çetin: Bu kabul görmenin içinde başka bir şey de var. Neden Trigorin uzun uzun kendini anlattığı konuşmanın içinde bol bol Tolstoy ve Turgenyev'den bahsediyor. Çünkü ikisi gibi de değil. Ben gizli gizli şöyle düşünüyorum: anlaşılmadığını mı düşünüyor?- Sonuçta taşradan gelen ve bir bakkal dükkanından hareketle yükselen kaba burjuvanın oğlu Çehov- bir dahi ve özel bir insan olarak görülemeyeceğinin korkusunu taşıyor demek ki bunu istiyor. Bir yandan da Tolstoy kadar hayran olduğu bir yazarla sık sık fikir ayrılığına düşüyor. Gorki’yle ise tamamen zı bir ilişkileri var. Gorki’yi kaba buluyor. Ancak kendisinin bu yazarlar gibi kabul görmemiş olduğunu biliyor. Anlaşılmamış olduğunu düşünmesi norma. Bir yandan  da hep çok iyi bir oyun yazarı olamayacağını düşünüyor. Şöyle bir durum yaşanıyor, aşadığı bölgedeki kolera salgınıyla bir süre çok yoğun ilgileniyor ve yazıyı özlediğininden şikayet ediyor ancak bu salgını bitirmek için çok ağır şartlarda çalışıyor hatta adıyla anılan bir dispanser kurulur ama bir mektubunda sosyalist çevrelerin bu hastalığı bir çeşit propaganda malzemesi haline getirmelerinden çok rahatsız olduğunu söylüyor.  Bu durum onun yazış biçimiyle de çok örtüşüyor. Birilerini bir fikre teşvik etmek yerine, çıkarsayarak edinmeye önem veriyor. Çünkü onun süreci de bu şekilde gerçekleşiyor. Ancak hiç bir zaman açıkça bunu tartışmıyor. Sadece fikrini soran yazarlara ’’adam geldi ve çimenlerin üzerine oturdu ‘’ yaz diyor. Çünkü anlaşılırdır ve izleyicinin- okuyucunun daha fazla hayal kurmasını sağlar sen yazar olarak araya girmemelisin diyor. Bu durum trigorinle çok benzer. Hem sadece tasvir etmek isteyen adam hem de yayınlamak için ilgisini çekmeyen konular hakkında yazmak zorunda. Eğer bunu yapmak zorunda olmasaydı başka bir yöne gidebileceğini hissediyor. Bir yandan ben neden Turgenyev değilim neden Tolstoy değilim diyor bir yandan da onlar gibi olmayı reddediyor. Treplev’le ilgili söylediklerini de samimi buluyorum. Dekorun doğallığına gerçekten inanıyor ama kızın içten oynayışını sadece onu beğendiği için mi söylüyor acaba? Sanırım Trigorin'i anlamak için dürüstlük kelimesi yetmez.

Örneğin, bir söz söyleyeceksin, karşındaki bunu anlayamayacak ama bir biçimde de anlayacak. Ben senin benim kastettiğim şeyi zihninde açıkça canlandıramayacağını hissedersem, gerçekten anlarsan karşımda bir direnç göstereceğin bir mesele olsun bu, işte sen bunu anlayamayacak

Tansu: Sadece soru sorulduğunda cevap veriyor aslında ilgi delisi değil. Nina’ya gösterdiği açıklığın Nina'yı çok etkileyeceğini açıkça bilerek hareket ediyor. Arkadina’ya karşı da açıklığın derecesini kaçırıyor. Ona kendini bıraktırmaya çalışıyor.

Çetin: Arkadina’dan bu onayı almaya neden ihtiyacı var?

Tansu: Çünkü ayakları yere sağlam basan bir adam değil.

Öner: Basiretsiz bir adam: Gidiyoruz gidiyoruz, kalıyoruz kalıyoruz.

Tansu: Arkadina yönlendiriyor bu ilişkiyi.

Çetin: Şöyle düşün Trigorin olarak Arkadina senden ne istiyor?

Tansu: Benden ne istediğini çok net bilmiyorum açıkçası...

Çetin: Ben şu olasılığı çok net göz önünde bulundurman gerektiğini düşünüyorum. Kabul görmüş makbul durumdaki bir insanın samimi hayranlığını ve o insan üzerindeki gücünü görmek isteyen bir kadın bunun için seni seçmiş.

Tansu: Ben Trigorin’in şu an da Rusya'da ne konumda bir yazar olduğunu anlayamıyorum...

Çetin: Bence adam okunuyor kardeşim. Tolstoy kadar okunuyor ama eleştirmen çevrelerince onunla aynı ayarda kabul edilmiyor. Ve bunu için için hissediyor. Bu adamların soylu bir entellektüelizmleri var.  O ise doğanın taşranın içinden gelen bir yazı yazıyor ve çok erken okunuyor biliniyor. Ama hangi türe ait olduğunu bilemiyor. Edebiyat dünyasındaki tekeli samimiyetle hissediyor ve Nina'ya şikayet ediyor.

Peki bu koşullar altında Nina’da ne buluyor? En azından kendisinin o an için samimiyetle düşündüğünü hissetmeye ihtiyacı vardır. Trigorin'in en istemeyeceği duygunun vicdan azabı olduğunu düşünüyorum. Ama sonra Nina'nın kendisine duyduğu hayranlığın bunları anlattıktan sonra da devam edip etmediğini görmek isteyebilir bu çok açık. Ortada bir sınıf meselesi var: ben birinci sınıf bir yazar mıyım sorusu kendi aklına da takılmış durumda. Nina'nın gözündeki ışığın devam etmesi halinde ona iyi geleceğini biliyoruz. Buna çok basitçe el üstünde tutulmak isteyen iki insanın yanlış karşılaşması diyebiliriz. Ve el üstünde tutulmak isteyen insanlar genellikle bunu söyleyemezler.  Olgunluğunun da etkisiyle Nina’ya açık davranıyor. Treplev’in  çocukluğuna dair ezikliğiyle Trigorin'inki çok farklıdır. Nina’nın kendisine olan hayranlığında bir devamlılık bunu sürdürebilecek bir güç olup olmadığını hissetmek istemiştir. Trigorin'in Arkadina’ya teslim olduğu yere çok takılıyoruz ama Arkadina’nın onu nasıl teslim aldığına takılmıyoruz. ‘’seni hiç kimse benden daha güzlü göremez’’diyor. Seni birinci sınıf yazar olarak gören benim beni birinci sınıf bir aktrist olarak gören sensin bizim gizli bir anlaşmamız var der adeta. Bu nedenle açık ve gerçek biçimde beni bırak gidiyim diye izin istiyor arkadina’dan . ancak o bırakırsa gidebilir. Çok haklısın çünkü Arkadina'yla aranızdaki şeyin yalan değil ama farklı olduğunu anlatmaya çalışırsın. Kendi zaafından ötürü senin Arkadina’nın gözünden düşme ihtimalin yok. Senin de arkadina’nın da geçmişinizde asla hatırlamak istemeyeceğiniz şeyler var. Başarmış olmaktan dolayı duyduğunuz ekonomik bir tavır var. Tıpkı Arkadina gibi sen de kenara para koyuyorsun.

Tansu: Ama zaten bir dehan olsa o parayı koymazsın. Dehanın peşinden gidersin onun getirdiği yaşam biçimi savurmayı gerektiriyorsa savurursun.

Çetin: Yok ya oadan olmayabilir. Sen taşranın içinden çıkmışsın. Ama unutma çıkmışsın oraya geri dönmek istemezsin. Orası hakkında yazabiliyorsun ama bulunduğun yerden orası hakkında yazmak hoşuna gidiyor. Aynı şekilde Arkadina’nın da oğluyla küçükken yalnız kaldığında bir mücadele zamanı var treplev betimliyor. Baktığı hasta kadını hatırlamamayı tercih ederken aynı binadaki iki balerini hi unutmuyor Arkadina. Defterine kaydettikleri ve kaydetmedikleri var. Sen büyük bir ihtimalle Nina’da böyle büyük bir enerji gördün bunun üstüne basarsan hakikaten güçlü olacaksın. Çünkü bu defa sen güçlü olacaksın. Arkadina’nın senin duyduğun rahatsızlığı duymadan daha güçlü durduğunu görüyorsun hayatta. Senin dizlerine kapanıp yalvardığı yerde bile gücünden dolayı yaptığını biliyorsun.

Tansu: Ama Nina’dan böyle olmuyor.

Çetin: Nina’da bunun sahisi olabilirdi gibi düşünüyorsun sen ama Nina'yı bırakıp gidemezsin. Bunu nasıl anlatacağım bilmiyorum ama senin Nina’ya vicdanlı davranman için hiç bir neden yok. Senden kendisine hayran olmanı beklediğini çok sonra fark ediyorsun ama bunu talep ettiğini sana önceden söylememişti. Tiyatroya inanıp inanmadığını hiç sormadı. Şimdi tüm bunların ışığında Medvedenko’nun sana yanaşıp öğretmenlerle ilgili bir oyun yaz demesi baya koymuştur sana. Treplev’e bunu söyleyemiyor ama gelip sana söylüyor.

Çetin : Bunun gibi bir oyuncuyu nereden tutacağız peki?

Tansu: Böyle de bir oyuncu olabilirdi... Oyunculukla ilişkisi üzerinden birşey bu sanırım deği mi? Trigorin’in yazarlıkla kurduğu ilişki nasılsa onun da yani oyuncunun da oyunculukla kurduğu ilişki üzerinden birini tasarlayıp bunun üzerinden insanlarla ilişkiye girmek...

Çetin: Treplev’in babası da mesela oyuncuymuş ve hatta iyi bir oyuncuymuş ya ama sonradan görme olarak adlandırılmış tabii bu Trigorin'in oyunculuktaki karşılığı mıdır bilmiyoruz. Belki de diğil çünkü Arkadina’nın Trigorin’de o adamda gördüğünden farklı bir şey görüyor olması lazım. Çünkü neden Trigorin’de uyguladığı taktiği o adamda da deneyip elinde tutamadı diye sorabiliriz.

Tansu: Ama mesleklerin farklılığı da önemli...

Çetin: Ancak belki de o adam kabul edilmek için trigorin gibi bir çaba göstermemiş de olabilir. Gerçi adama ne olduğunu da hala tam olarak bilmiyoruz. Sadece içinde o adama karşı hala bir öfke duyduğunu biliyoruz. Dolayısıyla trigorin’den farklıydı yorumu yapabiliriz. Yani neler olabilir...? Kendini var etmiş olabilir, her neyse o olarak kabul edilmediğini bilen ve ortamda o çevrede var olabilmek için çaba harcamamayı tercih etmiş olabilir....

 Çetin: Oyunculuk yapacağı yerler hakkında tavsiyeler duyuyor ve böyle bir baskı hissediyor olabilir. Şöyle bir alıp götürmüyor oyunu falan diyorlardır çok büyük bir prodüksiyonun baş rolüne o düşünülmüyordur ama görüşmeye de çağrılıyordur. Acaba gösterişlilikle ilgili bir durum olabilir mi? Hatta projenin kalite seviyesine bağlı olarak karşılaştırılamayacak insanların isimleri yan yana geçebiliyor. Gerçekten Trigorin gibi hisseden bir oyuncu bunu düşünür. Hakikaten en önce akla geliyor olmakla kaçınılmaz olarak akla geliyor olmak arasındaki fark bu.  

Tansu: Bir de bütçeye uygunluk var tabii. Yani büyük prodüksiyonlu işlerin oyuncususun ama aldığın para aslında o kadar çok değil.  Ama herkes o rolde çok iyi olacağından emin ve öylesin de.

Çetin: Bu kadar iyi olduğunu görüp gelen bir oyuncu kız galiba Nina... ‘’Budur’’ diye gelen en azından öyle hissettiren. Hani bu olmayan sahnelerde oyuncu olarak var olma meselesi var ya ya da bu sahneden sahneye geçiş. Oralarda oyuncuların kendilerine ait ve de provalarda kendiliğinden beliren ama organik olarak da tutulabilecek eylemleri saklayalım ve onlarla bağlayalım istiyoruz. Baya bir ışık yandı kafamızda sen anlatsana Saim...

Saim: O gün atölyede konuştuğumuz şuydu. Çetin hocanın anlattığı örnek üzerinden şunu konuştuk…

Çetin: Maşa’yı oynayan oyuncu sahneyi çıkaramayınca bir gün oyuncu provada diz çöküp bir doğaçlama yapıyor ve o doğaçlamanın iç etkisiyle başarılı bir şekilde oynuyor. Stanislavski kitabında da bu hikaye anlatılıyor. Meğer bu oyuncu küçük bir kızken günah çıkarmaya hevesleniyormuş, yolda giderken yaprağın üzerindeki bir çiğ tanesini avcunun içine alıyor ve rahibe gidip avucunu açıp çiğ tanesini aldığını itiraf ediyor. Bu durumda rahip sevecen davranır ama kızda fasülyeden oynamış olma duygusu kalmıştır. Oyuncu avucunu açarken o çiğ tanesinin yıllar öncesinde kalan hissi gelmiştir. Tabii biz bunu görmüyoruz o üç kız kardeşin gerçekliğinde bunu oynar ama oyuncunun imgesinde bu anı bu his vardır. Gerçekten hissetmek ve organik olmak kaydıyla kendini günlük hayatın jestlerine bırakarak değil de oradan oynasa, elindeki hareketten değil de oyuncuya onun bambaşka bir anına ve oradan gelen imgeye dayanan bir noktadan.. O hissettiğini görünür kılarak girmen ve görünmenden bahsediyoruz.

Saim: Direkt itkiyi oynamaktan; gerçekçi bir şeyle maskelememekten bahsediyorum.

Çetin: Seni çok kuvvetle iten bir şeyi; yani oyuncuyu çok kuvvetle iten bir şeyin rol tarafından tutulup kendi sözlerini söyletmesi. Bu durum Trigorini de çok iyi anlamamızı sağlayacak bir şey. Şimdi bunları bulabilmek için  sanırım her bir oyuncunun oynadığı rolün o oyuncu olarak kendisini sınırladığı, durdurduğu anları keşfetmesi ve oradan açması lazım. Bu aslında Brecht’in de çalışmak istediği şey. Öyle değil de böyle yaptı. Stanislavski yöntemi içinden bunu yaparsak Brecht’in son döneminde Stanislavski üzerinden söyledikleri yerini bulabilir. O davranış seni de bütünüyle filtreleyip doyurduğunda o zaten normal akışı olur. Bütünüyle gerçekleştirilmiş olur. Oyuncuların birbirlerinin itkilerini doğal bir yerden almaları izleyicide ukte oluşmasını sağlar. Bir şeyin olduğunu ve bastırıldığını görmüş oluruz. Oyunun bu güne ve size değdiği yerleri bulmak istiyoruz. Hakikaten değdiği yerleri.

Tansu: ‘’Kendini tuttu da şunu yaptı’’ gibi bir yere gitmeyecek değil mi? Çünkü o zaman da gösteren bir şey yapmış oluyoruz.

Çetin: Ama o an avucundakini açıp göstermek öyle görünemez ki çünkü maşa’ya ait bir hareket değil o.

Tansu: Bu o zaman tüm oyuna yayılabilecek bir şey değil, kriz anlarında olabilen bir şey..


Çetin: Ama Dorn’u oynayan oyuncunun o rolü gerçekleştirmek için yaşadığı oyuncu açısından yaşanan kendi hayatına ait olmayan tam da o sırada oynarken onu içinden iten bir şeyin belirmesi ama: a) başka bir şeye dönüşmesi b) başka bir oyuncunun seni kurtarıyormuş gibi o itkiyi alıp başka bir yere götürmesi... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.